Yazarlar

Yerel ve Uluslararası Hukukta Dönüşüm : Amerika, İsrail, Filistin, Katar, Türkiye Gündeminden Örneklerle

Daha önceki yazılarımda da ifade etmiştim. Bireyin suç işlemesi ceza hukukunun olmadığı anlamına gelmediği gibi, devletlerin suç işlemesi de uluslararası hukukun olmadığı anlamına gelmez. Fakat bir hukuk sistemi olmasına rağmen suçlarda azalma yerine artış mevcut ise reform gerektiği anlamına gelir.

Çünkü insanlık tarihi, bir anlamda bireyin kendisini ve toplumsal ilişkilerini yeniden tanımlama sürecidir. İlk Çağ’dan Orta Çağ’a, oradan Yeni Çağ’a ve Yakın Çağ dönemine kadar insanın doğaya, Tanrı’ya, devlete ve nihayet bireye dair geliştirdiği anlayışlar, hukuk sistemlerine de doğrudan yansımıştır. Bu tarihsel süreçte ceza hukukunun amacı yalnızca suçluyu cezalandırma anlayışından zamanla evrilmiş, aynı zamanda onu anlamak, dönüştürmek ve topluma yeniden kazandırmak amacını benimsemiştir. Çünkü insanlık daha çok yasa ve cezanın çözüm olmadığını tecrübe etmiştir. Onarıcı adalet anlayışı da bu bağlamda, suçu yalnızca failin bireysel iradesine indirgemeyen; suça neden olan sosyal, ekonomik ve kültürel etkenleri gözeten bir ahlaki ve hukuki çerçeve sunmuştur.

Bu nedenle onarıcı adalet, insanın değişip dönüşen onurlu bir varlık olduğu varsayımına dayanır. Çünkü insan, etik değerlere sahip olduğu ölçüde insanlaşır; yoksa sadece “et ve kemikten ibaret bir beşer”dir. Türk ve İslam kültüründe de bu anlayış güçlüdür: Ahlaki ve manevi değerlere sahip olmayan kişi, henüz tam anlamıyla “insan” olmamıştır. Dolayısıyla onarıcı adalet, sadece suçu cezalandırmak değil, failin yeniden bir birey ve toplum üyesi olmasını sağlamak için vardır.

Ancak insanlığın sadece düz bir çizgide ilerleyen bir varlık değil, zaman zaman geriye dönen bir eylem içinde olabileceği bunu tetikleyici en önemli unusurun ise savaşlar olduğunu, özellikle evrim teoristyenleri “retrogradation” geriye gidiş olarak adlandırarak ifade ederler. Bireyler, ahlaki ve toplumsal değerlerden koparak şiddetin ve yıkımın öznesi hâline gelebilmektedir. Bu kopuş yalnızca bireysel değil, toplumsal ve hatta devlet düzeyinde de gözlemlenebilir. Uluslararası ilişkilerde yaşanan ağır insan hakları ihlalleri, savaş suçları, kitlesel yıkımlar ve göç krizleri, bu geriye dönüş eğilimlerin devlet politikaları düzeyine kadar çıktığını göstermektedir.

Nitekim Türk Ceza Kanunu’nda geçen “canavarca hisle” ifadesi, yalnızca failin psikolojik eğilimini değil, bir kimliğe dönüşmüş tehlikeli bir insan (dışı!) prototipini de ima eder. Bu durum, sadece bireylerin değil, bazı yapıların ve sistemlerin de “canavarlaşabileceği” gerçeğini önümüze koyar. Bugün dünya çapında artan sistematik suçlar, çocuk istismarları, savaş suçları ve çevreye karşı işlenen ağır ihlaller, artık onarıcı adaletin birey düzeyinde yeterli olmadığını, hatta toplumsal ve kurumsal dönüşümlerin de bir geriye gidiş halinde olduğunu ve bu perspektifle ele alınması gerektiğini göstermektedir.

Bu nedenle adalet sistemlerinde köklü bir yeniden yapılandırmaya ihtiyaç vardır. Onarıcılık ilkesi, yalnızca failin toplumla barışmasını değil, toplumun da kendini yeniden inşa etmesini hedeflemelidir. Aynı zamanda devletlerin uluslararası hukukta “canavarca” davranış biçimleri karşısında nasıl sorumlu tutulacağı ve bu tür sistematik suçlara nasıl müdahale edileceği de açık ve bağlayıcı kurallarla tanımlanmalıdır. Bu noktada uluslararası hukukun pasif izleyicilikten çıkıp aktif ve onarıcı bir müdahale modeli geliştirmesi elzemdir.

Sonuç olarak, insanlık tarihi lineer bir ilerleme çizgisi sunmuyor. Bireyler ve toplumlar bugün etik, vicdan ve adalet duygusundan uzaklaşıyorlar. Ancak adalet sistemi, bu geriye gidiş anlarında bile bireyi ve toplumu kazanma arzusunu elbette sürdürmelidir. Çünkü esas olan cezalandırmak değil; dönüştürmek, onarmak ve insanı yeniden insan kılmaktır. Bu da ancak yüksek bir ahlaki bilinçle ve değer temelli bir hukuk anlayışıyla mümkündür.

Dolayısıyla eğitimde vicdan ve değer temelli bir insan oluşturmak hedeflenmediği sürece hiçbir hukuk sistemi ne cezalandırıcılıkla ne de onarıcılıkla insanlığa hizmet edemeyecektir.
En canavarca mücadele etme becerisine sahip olma derdine düşmüş birey, toplum ya da devletlerin olduğu bir dünyada, bu canavarların sığınaklara inemeyeceklerini umar hale gelmek kadar vahim bir gelecek mi beklemeliyiz?
Pekçoğunuz okumuş ya da izlemişsinizdir, Amerikada 22 Ağustos 2025’te trende 23 yaşındaki Ukraynalı mülteci Iryna Zarutska, tanımadığı bir kişi tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Fail, geçmişte çok sayıda suça ve akıl sağlığı sorunlarına sahip bir kimlik olarak tanımlandı. Saldırı, ABD Adalet Bakanlığı tarafından hem bir toplu taşıma sisteminde ölüme sebep olma hem de birinci derece cinayet yönünde federal düzeyde kovuşturuldu .Olay, göçmen güvenliği, akıl sağlığı hizmetleri, transit güvenliği ve cezai sistem kararlarının gözden geçirilmesi gerektiğini gösterdi; onarıcı adalet ilkeleri ise failin kişisel sorumluluğu kadar sistemin rollerini de değerlendirmeyi gerektirdiği tartışmalarını alevlendirdi. Durum Türkiye’de de farklı değil maalesef, sürekli gözden geçirilmesi gereken bir infaz sistemimiz var.

Uluslararası hukukta bildiğiniz gibi, yukarıda işaret ettiğim durum devletler bazında da var. İsrail’in Filistin, Gazze’deki eğitim, sağlık ve yıkıma uğramış altyapı da dahil olmak üzere çok sayıda sivil hedefi sürekli bombardıman altında iken bir de Katar saldırısı gerçekleştiren sınır tanımazlığı. Birleşmiş Milletler insan hakları organlarının raporlarında, sistematik ve amaçlı “insanlığa karşı suç” ya da “soykırım” kapsamında değerlendirmektedir. Bu eylemler, yalnızca bireysel failin değil, devletin sistematik düzeyde “canavarca” davranışlar sergileyebileceğini hatırlatıyor. Böyle bir durumda, onarıcı adalet anlayışı hem fail hem de devlet düzeyinde geçerliliğini yitiriyor; uluslararası hukukta zorunlu hale gelen cezai sorumluluk ve yeniden yapılandırma gereksinimi doğuyor.

Sonuç

İnsanlık tarihi lineer bir ilerleme çizgisi sunmaz; bireyler ve toplumlar ahlaki, vicdani ve adalet duygusundan sapabilir. Ancak adalet sistemi bireyleri, toplumu ve devleti peş peşe onarma kapasitesini korumalıdır. Bugün ABD’deki trajik saldırı ve İsrail’in Filistin politikaları, bu prensibin ne kadar zayıfladığını ve yeniden yapılandırılması gerektiğini açıkça gösteriyor. Onarıcı adaletin özü; cezalandırmak değil, dönüştürmek ve ıslah etmektir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu