Yarım Hayaller, Tam Yorgunluk

Şimdiye dek sayısız yazarın, düşünürün, eleştirmenin değindiği bir konuyu; bu kez zamanımıza uygun gerçekçi bir dille yeniden ele almak istiyorum.
Birbirine sarılmadan aynı hayatı taşımaya çalışan insanlar… Kim bunlar? Biziz. Kimsenin doğrudan suçlu olmadığı ama kimsenin tam olarak iyi hissetmediği evlerde kurulu bir düzen. Artık adına kara düzen diyoruz. Görev gibi sürdürülen ilişkiler, sorumlulukla harmanlanan yorgunluk ve konuşulmamış duyguların arasında sıkışıp süregiden hayatlar.
Bugünün kadınları yalnızca “eş” ya da “anne” değil; aynı zamanda geçim derdi taşıyan, yaşamı omuzlayan ve duygusal desteği kendi içinde üretmeye çalışan bireyler. Erkekler ise çoğu zaman duygularını görünmez kılıp sadece “sağlayan” olmakla yetinmek zorundaymış gibi davranıyorlar. Oysa her iki taraf da aynı sistemin farklı yüklerini taşıyor. Kimse gerçekten güçlü değil, kimse gerçekten huzurlu değil. Sadece alışmışlıklarla konfor sandıkları alanda sadece var oluyorlar.
Bir noktadan sonra herkes sessizce vazgeçiyor. Birbirini dönüştürmeye çalışmaktan, duygularını anlatmaktan, anlaşılmaktan… hatta umut etmekten bile. Ve zamanla beklentisizliğe “konfor alanımız” adı veriliyor. Oysa bu konfor, çoğu zaman yalnızca duygusal donukluğun başka bir adı. Ne derin bir vazgeçmişlik alıyor o düzenin içini…
Oysa en başta büyük hayallerle yola çıkar insan. İçinde bir yerde sıcak bir yuvanın hayalini taşır. Ama kurulan her düzen, küçük küçük testlerden geçer evet bakıyoruz şu an evlilikler boyut değiştirdi beklentiler istekler. Bizler ise hangi sınavda tökezleyeceğimizi bilmeden yürümeye öylesine alıştık ki… Önümüzü göremeden ilerlemek, gözümüz kapalı kararlar almak bir yaşam biçimine dönüştü. Temeli eksik bir binayı dikmek gibi… Dışarıdan sağlam görünen yapının içinde ne eksikse, biz de onu yok sayıyoruz. “Depremde yıkılır mı?” demeden ilerliyoruz. Gidebildiği yere kadar…
Aslında oturup topluca bu depresyonun temelini ararken, çok da geçmişe gitmeye gerek yok diyor insan. Toplumun temeli olan aileyi inşa ederken, neyin üstüne kurduğumuzu fark etsek; birçok sorunun cevabını da orada buluruz biraz olsun içimize dönmeye sessizleşmeye ihtiyacı var yoğun gürültü içindeki benliklerin. Ama görmemeyi öğrenmiş gibiyiz. Körlüğü alışkanlık bellemişiz e kolay tabi . Ya da belki de başka çaremiz kalmadı. Çünkü omuzlarımızdaki yüklerle, çözüm arayacak gücü bulmak da çoğu zaman mümkün olmuyor çok yönlü değerlendirirsek.
Sosyo-ekonomik belirsizlikler, duygusal tükenmişlik, yalnızlık hissi ve bağ kurmanın gittikçe zorlaşması… Bunlar yalnızca bireysel meseleler değil; sistemik yaraların izleri. Ve bu yaralar yalnızca evliliği değil; aileyi, çocukları, hatta insanın kendine duyduğu saygıyı da etkiliyor.
Gerçek şu ki: Herkes haklı ama kimse huzurlu değil. Herkes ayakta ama bir o kadar da yorgun. Herkes bir şekilde idare ediyor ama kimse tam olarak iyi değil.
Albert Camus’nün dediği gibi: “Birlikte var olamayanlar, birlikte iyileşemez.”
Gamze Tanyeli