Uluslararası İlişkilerde İdeoloji ve İnanç: Not “just a joke”!

İsrailli futbolcu Berkoviç “Finalde Türkiye var” sözlerinden sonra “şaka yapmıştım” dedi. Peki ideoloji ve inançlar, tarihi ve konjonktürel açıdan ne derece etkili? Bu yazıda liderler ve toplumlar açısından bu konuyu değerlendireceğim.
Açıkcası toplumların ideoloji ve inanç temelli hedefleri tarihsel olarak en güçlü mobilizasyon unsurlarından biri olmuştur.
Uluslararası ilişkiler teorileri, uzun yıllar boyunca devletlerin “rasyonel aktörler” olduğu varsayımıyla hareket etmiştir. Özellikle realizm ve liberalizm gibi kuramsal çerçeveler çıkarların ölçülebilir, hesaplanabilir ve genellikle maddi değerlere yani güvenlik, güç, ekonomik kazanca dayalı olduğu iddiasındadır.
Ancak bu bakış açısı, giderek daha sık yaşadığımız kriz ve çatışmaların dinamiğini tam olarak anlamakta yetersiz kalıyor.
Devletler, toplumsal tahayyüllerinin, tarihsel travmalarının, dini amaçlarının ve milliyetçi mitolojilerinin sınırları içinde hareket edebiliyor. Hatta bu sınırlar, zaman zaman reel politik çıkarların ötesine geçebiliyor.
İsrail’in Gazze’ye yönelik politikaları, İran’ın Şii Hilali adında bir direniş ekseni kurma arzusu, Rusya’nın Ortodoks Slav birliği ideali, ABD’nin demokrasi ihracı doktrini… Tüm bu politikalar sadece maddi çıkarlarla değil, güçlü tarihsel ve ideolojik amaçlarla da şekillenmektedir.
Bu noktada realist teorilerin “rasyonel aktör” tanımı dar bir çerçevede kalıyor; çünkü bu “rasyonalite”, çoğu zaman kültürel anlam parametrelerini görmezden gelir.
Weber ve İdeolojinin Mobilize Edici Gücü
Ancak ideolojiler geçmişte de halkların fedakârlık eşiğini yükseltmiştir. Bireyler rasyonel çıkarları için değil, çoğu zaman kutsal saydıkları değerler uğruna hayatlarını riske atmışlardır. İrrasyonel olarak belirlenen bu tavrın başka tür bir rasyonalite olarak tanımlanabildiğini de anlatalım.
Dolayısıyla Weber’in “özsel-rasyonalite veya değer-rasyonalite” kavramlarını bu noktada tartışalım.
Yani aktörleri belli biçimde davranmaya güdüleyen amaçlar vardır. Değer Rasyonalite açısından, eylemler, ahlaki, dini, ideolojik ya da kültürel değerlere uygunluk gözetilerek yapılır. Burada araçlar değil, ilkenin kendisi ön plandadır.
Özsel-rasyonalite ise hedefe ulaşmak için en uygun araçların akılcı ve hesaplı şekilde seçilmesidir. Değerlerden bağımsız, sonuç odaklı bir rasyonalite türüdür.
Şimdi üç lideri bu iki çerçevede değerlendirelim ve bakalım rasyonallikle ne kadar uyumlu olabiliyor.
Trump
Trump’ın değer-rasyonel eylemleri oldukça sınırlıdır. Bir ideolojik ya da ahlaki tutarlılık sergilemekten çok uzaktır. Bazı söylemlerinde (örneğin: “önce Amerika” doktrini, evangelik seçmenlere hitap eden dini göndermeler) değer-rasyonel görüntü verse de, bunlar genellikle retorik amaçlıdır.
Dini, milliyetçiliği veya aile değerlerini savunması genellikle araçsal boyutta kalmıştır.
Özsel Rasyonalite Açısından ise ekonomik büyüme, işsizlik oranlarını düşürme, göçmen politikaları gibi alanlarda özsel rasyonaliteyi kullandığı dönemler oldu. Ancak politikalarının çoğu duygusal tepkilere ve popüler etkiye dayandığı için rasyonalite süreklilik göstermedi.
Kısa vadeli çıkarlar uğruna uzun vadeli yapısal hedefleri ikinci plana atmıştır.
Netahyahu
Değer-Rasyonalite açısından baktığımızda siyonist ideoloji, Yahudi ulus-devlet anlayışı ve güvenlik vurgusu Netanyahu’nun değer-rasyonel yönünü oluşturur. İsrail’in varlığı ve güvenliği kutsal bir değer olarak görüldüğü için, bu alandaki eylemleri ilke merkezlidir.
Ancak Netanyahu’nun bu değerleri araçsallaştırdığı da görülür; özellikle seçim dönemlerinde güvenlik tehditlerini büyüterek siyasal kazanç sağlamaya çalışmıştır.
Özsel Rasyonalite açısından da dış politikada yüksek düzeyde özsel rasyonalite sergiler. ABD ile yakın ilişkileri, Arap ülkeleriyle normalleşme adımları, İran’a karşı küresel kamuoyu oluşturma çabaları hedefe uygun araç seçimiyle örülüdür. Teknoloji, ekonomi ve güvenlik alanlarında stratejik yatırımları uzun vadeli rasyonel planlara dayanır.
Ancak iç siyasette yolsuzlukla mücadele süreçleri, koalisyon taktikleri gibi alanlarda çıkar odaklı pragmatizmi, rasyonaliteyi aşındırır.
Ayetullah Ali Hamaney
Değer-Rasyonalite açısından baktığımızda yüksek derecede değer-rasyonalite örneğidir. Eylemlerinin temelini İslami devrim ideolojisi, şeriat düzeni ve dini liderliğin meşruiyeti oluşturur. İran dış politikasında da ilkesel argümanlara sıkça başvurur. Bu değer-rasyonalite, bazen ekonomik ve diplomatik maliyetleri bile göze alarak sürdürülen ideolojik bir yönelim içerir.
Özsel rasyonalite unsurları ise özellikle Batı yaptırımlarını aşmak için Çin ve Rusya ile yapılan stratejik ortaklıklar, nükleer programda aşamalı ilerleme gibi alanlarda gözlemlenir. Ancak bu araçların kullanımı çoğu zaman değerlerin gölgesinde şekillenir. Özsel rasyonalite, ideolojik hedefe hizmet eden taktiksel bir unsur olarak görülüyor. Bu nedenle rasyonalite ikincildir; araçlar kutsal değilse kullanılabilir, ancak asla değerlerin önüne geçmez.
Bu çerçevede, Orta Doğu’da yaşanan birçok savaş ve çatışmanın analizinde sadece enerji koridorları, askeri kapasite ya da diplomatik dengelere değil, aynı zamanda mezhepsel aidiyetlere, kutsal mekânlara ve apokaliptik vizyonlara da dikkat edilmelidir.
Çünkü ideolojik ve kültürel kodlar, politik aktörlerin niyet ve eylemlerini şekillendiren bir zemin sunar.
Disiplinin, Soğuk Savaş sonrası yaşadığı liberal iyimserlik döneminden sonra, post-yapısalcı ve eleştirel teoriler aracılığıyla yeniden düşünülmeye başlandığı bir gerçekliktir.
Uluslararası hukuk da elbette bu inanç temelli politikaların oluşturduğu boşluklarla baş edememektedir. İnsan hakları, savaş hukuku ya da egemenlik ilkesi; eğer karşısında kutsal bir ülkü ya da tarihsel bir kinle şekillenen bir halk iradesi varsa, etkisini kaybediyor.
Ama bu uluslararası hukukun öldüğü, olmadığı, bittiği söylemlerini haklı kılmaz. Devletler düzenlemelere uymuyor diye bir hukuk dalının bittiği iddia edilemez. Çünkü cinayet işleyen var diye, Ceza Hukuku bitmiştir demek kadar büyük bir mantık hatasıdır.
Üstelik uluslararası hukuk teammülle gelişmiş bir düzeni yazılı ve yasal bir zemine kavuşturma amacı ile inşa edilmesi bakımından yerel hukuktan farklıdır. Kendi sistemi içinde gayet tutarlı devam etmektedir. Bu alandaki sorunları başka bir yazıya bırakalım.
Bu çağın gerçekliği
Uluslararası ilişkilerde yalnızca rasyonel çıkar analizine dayalı değerlendirmeler, dünyayı anlamakta yetersiz kalıyor.
Bir toplumun tarih boyunca taşıdığı travmalar, özlediği geçmiş ya da tahayyül ettiği gelecek; onu savaşa, direnmeye ya da uluslararası hukuku hiçe saymaya itebiliyor.
Bu yüzden ideoloji ve inanç, diplomasi masasında yalnızca göz ucuyla bakılacak unsurlar değil, dikkatle ele alınmalıdır.