TERÖRSÜZ TÜRKİYE

Mevcut Durum Değerlendirmesi
Devletimizin, PKK terör örgütünün silah bırakma kararını Srebrenitsa Boşnak katliamının yıl dönümüne denk getirmesi umulur ki hayırlı sonuçlar doğurur.
Televizyonlarda ve sosyal medyada, bu silah bırakma kararıyla ilgili, “Terörsüz Türkiye” başlığı altında, her kafadan mesnetsiz yorumlar duyulmakta. Ancak unutulmamalı ki silah bırakma olgusu bir sonuçtur; hangi sebeplerle bu sonuca varıldığını anlamadan sağlıklı bir değerlendirme yapılamaz.
Provokasyona açık olan bu konuda kamuoyuna aktarılan bilgiler doğal olarak sınırlıdır. Biz de ancak gördüğümüz ve bildiğimiz kadarıyla fikir yürütebiliriz.
47 yılı aşkın süredir binlerce şehidimize ve ülkemize milyarlarca dolara mal olan, toplumsal acılara yol açan bölücü terör örgütü, kendisini var eden, eğiten, donatan ve besleyen İsrail-Amerikan ortak planlarına ve bugün de onların yönlendirmesiyle hareket eden bazı Avrupalı devletlerin “silah bırakmayın” yönündeki telkinlerine rağmen bu kararı niçin alıyor? Bu, üzerinde derin düşünülmesi gereken bir konudur.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin son yıllarda artan teknolojik kabiliyeti, MİT ve diğer güvenlik kurumlarımızla yürütülen eş zamanlı, kararlı ve başarılı operasyonlar ve her koşulda sürdürülen “Bu terörü bitireceğiz” iradesi son derece etkili olmuştur.
Ayrıca PKK’nın insan kaynağı olarak gördüğü bölgedeki halkın da artık örgüte desteği neredeyse tamamen tükenmiştir.
Bölgedeki bir korucu ailesinin çocuğu olan öğrencimin bana aktardığı şu sözler, artık bilinçlenen halkın duygularına tercüman niteliğindedir:
“Hocam, Kürt olduğunu iddia eden bu teröristler Kürtçe bilmezler. Türkçeye benzemeyen bir dille konuşurlar. Halkımıza defalarca silah doğrulttular, can aldılar. Ordumuz asla böyle bir şey yapmadı. Srebrenitsa ve Gazze’de farklı etnik kökenlere karşı yapılanlara bakınca, ülkeme ve devletime olan onur ve güvenim daha da artıyor.”
Halkın, PKK’nın arkasındaki İsrail-Amerikan desteğini, onların zalim amaçlarını Gazze’de ve Suriye’de yaşananlar üzerinden görmesiyle birlikte örgütle arasına mesafe koyması; her gün ağır kayıplar veren, umudunu yitiren, çaresizlik içinde nereye kaçsa orada etkisiz hale getirilen örgütün lider kadrosunun bir bir yok edilmesi, bu silah bırakma kararının aslında genel anlamda bir teslimiyet ve mağlubiyet olduğunu göstermektedir.
Zamanın ruhuna ters düşen bu terör odaklı yapının, kendisini başka bir görünümle yeniden var etmek istemesi de şaşırtıcı değildir.
Bu aşamadan sonra Türkiye gibi bu sürecin bilincinde olan bir devlete, kimse kendi çıkarları doğrultusunda yön tayin edemez. Halkımız da bilinç düzeyiyle, bu tür yönlendirmelere asla izin vermez.
“Bu kadar yıl yabancı istihbaratlarla iç içe geçmiş bir örgüt hala onlardan esinlenebilir mi?” sorusunun yanıtı nettir: “Niye olmasın?”
Örgütü yıllarca yönlendiren İsrail’in, bölgemizde kısa sürede beş ülkeye saldırdığını, girdiği her yerde ölüm, yıkım ve enkaz bıraktığını hep birlikte gördük. “Ülkemiz de hedefte mi?” sorusu sorulursa, cevap açıktır: “Evet.” Zaten bunu açıkça ifade etmekten çekinmiyorlar.
Peki ülkemize saldırdıklarında etnik bir ayrım yapacaklar mı? Hayır. Ellerinden geldiğince her yere bomba yağdıracaklar. ABD desteğiyle ellerinden geleni yapacaklar mı? Evet.
Unutmayalım: Osmanlı’nın son döneminde İngiliz ajanları bazı Arap aşiretlerini kullanarak yıkımı hızlandırmıştı. Bugün aynı Arapları insan yerine koymuyorlar. O dönemde bu coğrafyada yaşayan her insanımız acı çekti ama sonra hep birlikte ayağa kalktık. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Cumhuriyetimizi kurduk. Onların Türkiye’yi bölmeye dair çizdiği haritaları çöpe attık.
Her ne kadar İngiliz-Amerikan uydusu bazı gruplar, Cumhuriyet’in kuruluş sürecini halkın gözünde çarpıtarak kendi planlarını kurmak isteseler de milletimizin sağduyusu buna izin vermedi. Alevi/Sünni, doğulu/batılı, Kürt/Türk gibi fay hatları oluşturulmak istendi ama başarılamadı. Bundan sonra da durmayacaklar.
Tıpkı ticari işletmelerin kendini on yılda bir yenilemesi gibi, devletlerin de değişen şartlara uygun yeni planlar üretmesi gerekir. Bunu yapamayanlar, sahiplerini değiştirir. Osmanlı’da yaşanan da budur.
Amerika, İngiltere ve Siyonist odaklar her on yılda bir Türkiye’de anayasa değişiklikleriyle, darbe ve muhtıralarla kendi çıkarlarını gözeten yapılar kurdu. Uçak fabrikalarımız bile kapatıldı.
15 Temmuz’daki hain darbe girişimi, millet ve devletin bütünleşmesiyle püskürtüldü. O günden beri içimizdeki Truva atları büyük ölçüde ayıklandı. Farkındaysanız “tamamen temizlendi” demedim.
Bu temizlenme süreciyle birlikte Türkiye, uluslararası ilişkilerde daha bağımsız adımlar atmaya başlamıştır. Savunma sanayii, Asya ve Afrika’daki diplomatik açılımlar ve çoklu ilişkiler Türkiye’yi bölgesel bir güç haline getirmiştir.
Devletimize düşen görev, bu gücü daha da artırmak, dış müdahalelere karşı etkili hamleleri sürdürmektir. Bugün geldiğimiz noktada başarılı olduğumuza dair güçlü göstergeler mevcuttur. Bu nedenle, birbirleriyle çatışan devletler dahi Türkiye’nin arabuluculuğuna başvurmaktadır. Türkiye’nin, tıkanan güzergâhlarda açıcı rolü artık kabul görmektedir.
Türkiye, “Türkiye Yüzyılı” hedefinde ilerlerken, bu süreci taşıyacak güncel, milli ve sivil bir anayasaya ihtiyaç duymaktadır.
Hiç kimse bu ihtiyacı sulandırmaya ya da kendi ideolojik çerçevesine çekmeye kalkmasın. Terör örgütünün “silaha veda” kararı başka bir düzlemin konusudur.
Adli, idari ve ticari yasalarda ciddi yetersizlikler vardır. Bu alanlar güçlendirilerek toplumun huzur ve güveni için layıkıyla hizmete sokulmalıdır. Bu, milletin ortak talebidir.
Terörden arındırılmış bir Türkiye, ticari faaliyetlerini artırabilecek ve teröre harcanan milyarlar halkın refahına yönlendirilebilecektir.
Netanyahu ve ekibi, teröristlerin silah bırakmasına açıkça karşı olduklarını ilan etmiştir. Haklılar; çünkü terörü bitirmiş bir Türkiye ile baş edemezler. Sonunda, bölge lideri olan Türkiye’nin önünde eğileceklerini çok iyi biliyorlar.
30–40 kişinin sembolik olarak silah bırakması elbette anlamlıdır ama asıl gerçek, ABD’nin binlerce tır silahı PKK’nın Suriye koluna teslim etmesidir. Bu silahların Türkiye’deki uzantılarca da kullanıldığını hepimiz biliyoruz.
Sebeplerin doğurduğu bir sonuçla karşı karşıyayız. Bu aşama bizim için olumludur. Ancak bu durumdan memnun olmayan çok sayıda düşman, süreci provoke etmek isteyecektir.
Görevimiz devletimizin yanında durmak, atılan adımları desteklemektir. Aksi, düşmanlara hizmet etmek anlamına gelir. Bu düşmanların kim olduğunu hepimiz biliyoruz. İçerideki uzantılarını da tanıyoruz.
Bu yapılar zamanında içimize sızmış, yönetim kademelerine kadar ulaşmış ama başarılı olamamışlardır ve olamayacaklardır.
Türkiye büyüyecek. Sadece bölgesinde değil, Afrika ve Asya’da da etkili bir güç haline gelecektir. Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik tutumu da değişecek, taleplerimiz birer “emir” gibi algılanacaktır.
Bu ülkede çare başka ülkelerde arayan hainler az değildir. Ama biz biliyoruz ki “çare neredeyse, hizmet oraya yönelir.”
Allah milletimizin yardımcısı olsun. Devletimiz güçlü, milletimiz refah içinde olsun ki Türk Dünyası’nın inşası da tamamlanabilsin.
“Bundan sonra ne olabilir?” diye düşünürken, düşman güçlere karşı empatiyi ihmal etmeyelim.
İngilizler ve müttefikleri yenilmiş göründükleri anda dikkatli olunmalıdır. Tarih, bu gibi dönemlerde ciddi kazanımlar sağladıklarının örnekleriyle doludur.
Şu an dizginler elimizdedir ama; bir sonraki seçimde İngiliz büyükelçisiyle gizli görüşmeler yapan, Pentagon’un terzilerince giydirilmiş bir figür iktidara gelirse ne olur?
Türkiye’ye rağmen; Türkiye, Suriye, Irak ve İran’daki Kürt unsurların bir araya getirilip önce özerklik, sonra da tek çatı altında “Kürt devleti” kurulması, Ermeni ve Yahudi kimlikli aktörlerin önderliğinde İsrail’e bağlı bir yapı inşa edilmesi mümkün olabilir.
Bu olur mu? Gerzeklik, gevşeklik ya da hainlik olursa neden olmasın?
Hapisten salınan ya da yurtdışına kaçmış unsurlar içimizde pozisyon alırsa ve eş zamanlı olarak İsrail ve ABD ile savaş durumuna girersek, bunlar sırtımızdan hançerlemez mi?
ABD’nin “kara gücüm” dediği bu unsurlar, maaş aldıkları ülkenin yanında mı yer alacaklar? Hayır.
Devletin başarısı, hükümetin çabası ve milletin sağduyusu ile mümkündür.
Devletimizin bu ihtimallere karşı hazırlıklı planlara sahip olduğuna inanıyorum.
15 Temmuz’da millet ve devlet el eleydi, hükümet görev başındaydı. Bu üç unsurun merkezcil bir anlayışla birlikte hareket etmesi şarttır.
“Merkezcil” milli çıkarlara göre hareket etmektir. “Merkezkaç” ise yabancıların çıkarları doğrultusunda adım atmaktır.
Ben hüsnüzanla değerlendirmeyi tercih ederim. Çünkü inancım bunu gerektirir.
Yasaların geliştirilmesinde devletin denetim kabiliyeti artırılmalı, ihanetlere karşı bariyerler güçlendirilmelidir.
Bir kere ihanet edenin bir daha etmeyeceğini asla kabul etmem. Ona güvenmem. Binlerce Mehmet’i şehit etmiş birine “sayın” demem. Diyene de güvenmem.
Kürt kökenli kardeşlerimizle üniter devlet yapısı içinde kardeşliğimizi daha da kökleştirmemiz gerekmektedir. Bu süreçte terörist unsurlar ve onları destekleyen siyasetçilerin manevra alanları da giderek daraltılmalıdır.
Biz Bozkurtlar için yol gösterici olan imanımız ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’dir.
Zaaf gösterirsek, “Gök girsin, kızıl çıksın” diyen merhum oğlum Orkun’u ve hayatını vatana adamış tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Allah hepsinden razı olsun, ruhları şad olsun.