Yazarlar

Tartuffe’ler Mabetleri Doldurunca, “Melami”ler Girmezler

Bu bir Pazar yazısı olsun… Size Tartuffelerle Melamileri anlatayım…
“Tartuffe”, Molière’in oyununda geçen bir karekterdir ama her toplumda yaşar. Çünkü tarihte her dönem, bir dindar görünme ile görünmeme savaşına sahne olmuştur.
Ve maalesef dinî alanlarda bu savaş sinsi bir oyuna döner. Ne zaman ki ibadethanelerde Hak’ka yakin olmak isteyenler değil, makama yakın olmak ve ibadetini gösteriş için kullanananlar çoğalır,
İşte o zaman melamîler, yani ibadetini gizli yapan hakikat yolcuları çekilirler.
Melamî Kimdir?
“Melami” kelimesi, “kınayan, ayıplayan” anlamına gelen Arapça “lem” kökünden türetilmiştir ve “kınanmayı göze alan kişi” demektir.
Melamî bilirki, mescidlerde doldurulmuşluk gösteriş ve menfaat için olduğunda, manayı fena halde bozar.
Ve melamî, mananın çöküşünü görür, bilirse, mescidin taşına değil, kenarına oturur ve bile isteye taşlanmayı göze alır. Çünkü onlara göre riyakarlar tarafından ayıplanmak, hakiki zühd, tevazu ve arınmanın yoludur.
Melamî, tarihte özellikle tasavvuf geleneği içinde bu yönüyle tanımlanmıştır. İbadette gizliliği tercih eden, münafıklık etmektense toplum tarafından aşağılanmayı göze alan kişidir.
Melamî, Tartuffelerle mescide girerse toplumdan her istediğini elde edebilecekken tenezzül etmeyendir!
Neticede günümüz dindarlarından net olarak ayrılır, amellerini teşhir etmez. Ne ibadetini ne de hayrını! (Fakir fukaraya yardım ederken fotoğraf çektiren, kurduğu vakfa çalışanından zoraki aidat toplayıp başka işlere kullanan, çalışanlarının namazını niyazını sorgulatan, dini kürsüde siyasi hesaplar yaptıranlarla aynı safa durmaz)
Şekli değil, niyeti yüceltir. Kalabalıkla değil, hakikatle arasındaki sessizliğe güvenir.
Melamî mescide girmez değil, Tartuffeler mescidi doldurunca girmez! Çünkü bilir ki orası artık bir iç seyrin mekânı değil; bir rol veya görev dağılımı sahnesi olmuştur.
Sadece Melamiler mi, böyledir?
Sünni toplumun İmam-ı Azamı Ebu Hanife, yaşadığı dönemde Abbasi zülmü artıp camiilerde siyaset yapılınca, camiide namaz kılmayı bırakıp, evinde ibadetini yapan bir başka dindar kimlik olarak bilinir. Tam da melamiliğin doğduğu dönemde yaşamıştır, ama melamîdir diyebilir miyiz… Orası başka…Bilir miydiniz!?
Peki Tartuffe Kimdir?
İbadetine Yaratıcı’dan başkalarını şahit tutma telaşı olandır. Dindarlığı menfatiine, art niyetine ve gayri ahlakiliğine maske yapandır.
Din ahkâmı keser ama sadece toplum kabulü çoğalsın diyedir. Merhametten konuşur ama aslında başka menfaatler arzulayandır.
Ve din adına konuştuğunu söyleyip, aslında nefsi adına hiç susmayandır. Ötekine iftira eder, dinsizlikle yaftalar, halbuki kendindeki din, çoktan yozlaşmıştır.
Ahlaklı cesareti, “akılsız”, ”saf”, ”kendine zarar veren” olarak etiketlerler. Böylece kendi korkaklıklarını “akıllılık, dindarlık” olarak satarlar. Ahlaklı cesareti, ahmaklık sayarken aslında kendi içlerindeki çürümeyi, korkuyu ve değer yoksunluğunu satmaları, tüm din satıcılarının en eski yoludur.
Bu nedenle Tartuffeler mescide girdiğinde, ibadet bir eylem değil, gösteri hâline gelir. Dedikonun, iftiranın, siyasetin, entirakının da mekanı olur.
Kimin ne kadar secde ettiği, kimin sesinin daha gür çıktığı, hangi cübbelerin daha gösterişli olduğu konuşulur.
Tartuffeler cenazade nağmeli dua okur ama öz kardeşinin malını ve çocuklarının rızkını afiyetle yemekten korkmaz.
Ve mescid artık safiyetin değil, riyânın mimarisine ve ibadethanesine dönüşür.
Bu Yazı Dinî Mekânla Sınırlı Değil: Alegoriye dikkat ediniz…
Bugünkü anlamda bu cümle sadece cami, mescid, mabet için değil; adalet salonu, üniversite kürsüsü, bilim dünyası, medya sahnesi için de geçerlidir.
Tartuffe tipi:
Hukukta görünürse: adaletin içi boşalır.
Bilimde görünürse: bilgi bir propaganda aracına dönüşür.
Sanatta görünürse: estetik yerini kibir savaşlarına bırakır.
Dinde görünürse: iman, imaj olur.! Ve hakikat yolcuları, görünmez olur…
Çünkü hakikat, bu çirkinliğe dayanamaz.
Mesciddeki kalabalık, hakiki bir cemaat değilse, birliktelik değil yalnızca çirkin bir “aynılık” üretir. Melamîler orada duramaz.
Kalabalık artık huzur değil, hüküm taşır. Bugün mescidler, salonlar, kürsüler, makamlar dolu olabilir. Ama o doluluk, hakikatle ölçülemez hale geliyor.
Bu yüzden Tartuffeler mescidleri doldurduğunda, Melamiler sadece çekilmezler; onlar hakikatin yeni yerini aramaya koyulurlar.

Ve o yer, bazen kalabalığın dışındadır; bazen de insanın içinde! Dediğim gibi Melamiler yozlaşmış kalabalıkların kınamasından, ayıplamasından, aşağılamasından korkmazlar!

Zühd, kaba ve sahtekar kalabalıklarla olmaz!
Melamî, bağırarak konuşmaz; zamanı gelir bir konuşur Pîr konuşur!
Tarih, sahte dindarlığın gölgesine sığınsa her şeyi elde edebilecekken, taşlanmayı göze alarak hakikatten sapmayanların vicdanî duruşlarıyla yazılmıştır. Birkaç örnek vereyim…

Sokrates, ölüme meydan okuyarak vicdan erdemini savundu; Hz.Hüseyin, Yezid’in iktidarına boyun eğmediği için katledildi; Thomas More, kralın dini bükmesine karşı susturuldu; Giordano Bruno yakıldı; Spinoza, cemaatinin aforozunu göze aldı; Rabia el-Adeviyye, Tanrı’yla pazarlık eden dindarlığa karşı Allah aşkını savundu; Martin Luther, kilise ikiyüzlülüğüne karşı koydu; Malcolm X, hakikate ulaşmak için içinde bulunduğu toplumu terk etti; Aliya İzzetbegoviç, sahte mücahitliğin değil, hakiki direnişin sesi oldu; Hasan el-Benna, dindar görünmenin değil, adil olmanın yolunu gösterdi; Abdülkadir Geylani ve İmam Gazali gibi sufiler, dinin şekilcilikle istismar edilmesine ruhaniyetle direndi; Mehmed Akif, saf vicdanın sesi oldu; Gandhi, din adına şiddeti değil sabrı savundu; Hallac-ı Mansur, “En-el Hak” diyerek içsel hakikati sahte din yaşamından üstün gördü.

Onların her biri, ikiyüzlü şekilci dindarlığın sırtını sıvazlamasını değil, hakikat ve manada samimiyeti seçti. Ve zaman, gösterdi ki; muktedirlerin eteğine tutunanlar tarihin bataklığına saplanırken, vicdanı ve güzel ahlakı din edinenler, birer abideye dönüştü.

Sözün sonuna gelmişken, Fatih Sultan Mehmetin fermanını da unutmayalım, “İnsanlara ahret soruları (Allah’ın soracağı soruları) sormayın. Kulun kula soracağı soruları sorun. Aç mısın, susuz musun, geçinebiliyor musun, evin var mı, hasta mısın, Dini gereksinimlerini özgürce yerine getirebiliyor musun? Sağlık ve eğitim hizmeti alabiliyor musun? Yöneticilerden ve devletten yana bir sıkıntın var mı?…Bu fermanları unutmayalım ki, hiçbirimiz Allah rolüne bürünmeyelim…

Ve “İslam Güzel Ahlaktır”(sav) diyen, Hz. Peygamberin hükmü ile bitirelim. Çünkü maalesef şekilde dindarlık artarken, ahlakta dinsizlik çoğalıyor…

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu