Sevmeyi Ebeveynlerimden mi Öğrendim?

Sevgi nedir, nasıl hissedilir, nasıl verilir? Bu soruların cevabını çoğumuz hayatın bir yerinde düşünür, hatta bazen farkında bile olmadan kendi içimizde ararız. Sevmek kolay gibi görünür ama çoğu zaman karmaşıktır; çünkü sevgiyi ilk tanıdığımız yer çocukluk evimizdir. Yani, sevmeyi büyük ölçüde anne babamızdan öğreniriz. Onların bize nasıl davrandığı, nasıl sarıldığı ya da sarılmadığı, nasıl konuştuğu, nasıl sustuğu… Bütün bunlar zihnimizde sevgiye dair bir anlam inşa eder. Ama herkesin büyüdüğü ev aynı değildir. Kimimiz sevildiğimizi hissetmeden büyürüz, kimimiz de sevgiyi hep bir karşılıkla birlikte öğreniriz: uslu durursam, başarılı olursam, onları mutlu edersem… Zamanla sevgiyi koşula bağlamaya başlarız ve bu düşünce, yetişkin olduğumuzda da peşimizi bırakmaz. Birine yaklaşmakta zorlanırız, sevildiğimize inanamayız ya da sürekli daha fazlasını yapmak zorundaymışız gibi hissederiz. Oysa sevgi, hak edilmesi gereken bir şey değildir; varoluşla birlikte gelen bir ihtiyaçtır. Ne yazık ki bunu geç fark ederiz. Hep dışarıda ararız, birilerinin bizi sevmesini bekleriz. Oysa belki de önce şunu sormalıyız: Sevgiye dair inancımı kim şekillendirdi? Bugün hala o eski kalıpların içinde mi yaşıyorum? Güzel olan şu ki, geçmiş ne kadar etkili olursa olsun, sevgiye bakışımızı değiştirme şansımız her zaman vardır. Sevilmeyi öğrenebiliriz, sevgiyi daha yumuşak, daha sade, daha özgür bir yerden tanımlayabiliriz. Bazen bu bir insanla olur, bazen bir kitapla, bazen sadece kendimizle kalabildiğimiz sessiz bir anda. Sevmeyi ebeveynlerimizden öğrenmiş olabiliriz ama nasıl seveceğimizi yeniden seçebiliriz. Bu da hayatın bize sunduğu en değerli özgürlüklerden biridir.