Yazarlar

Kirpi Mesafesinden Edep Hizasına

Schopenhauer’dan Tasavvufa Samimiyet ve Mesafe Ahlakı

Ne kadar yaklaşmalı, ne kadar mesafeli kalmalıyız?
Bu soru, yalnızca etik ya da psikolojik bir mesele değil; aynı zamanda kültürel ve varoluşsal bir bilmecedir.

Schopenhauer ve Kirpi Mesafesi

19. yüzyılın filozoflarından Arthur Schopenhauer, insan doğasına dair oldukça derin bir gözlem sunar. Parerga ve Paralipomena adlı eserinde anlattığı “kirpi mesafesi” metaforu, sosyal ilişkilerin kırılgan yapısını incelikli bir biçimde yansıtır:
“Bir grup kirpi, soğuk bir kış gününde birbirine sokularak ısınmaya çalışır. Ancak dikenleri birbirlerine batınca uzaklaşmak zorunda kalırlar. Üşüyünce yeniden yaklaşırlar. Bu döngü, acı ve ihtiyaç arasında bir denge kurulana kadar devam eder.”
Bu metafor, hem duygusal ihtiyaçların hem de bireysel sınırların bir arada var olması gerektiğini gösterir. İnsanlar birbirine yaklaşmak ister, çünkü yalnızlık üşütür; ama fazla yaklaşmak da diken gibi acıtır. İdeal ilişki, bu dikenli mesafede kurulan bir ahenktir.

Tasavvuf Geleneğinde Yakınlığın Hikmeti ve Haddi

İslam düşünce geleneğinde ve özellikle tasavvufta, samimiyetin taşıdığı potansiyel zarar çok erken vurgulanmıştır. Mesele, yalnızca sevgi duymak değil, sevgiyle birlikte haddini bilmek ve edep duygusu taşıyabilmektir.
Edep, tasavvufun hem temel ahlak ilkesi hem de ilişkisel düzenleyicisidir. Edebin temel işlevi şudur:
“Yakın ol ama haddini aşma; var ol ama başkasının mahremiyetine sızma.”
Bu, tam anlamıyla kirpi metaforunun mistik karşılığı diyebiliriz. Tasavvuf, ilişkilerdeki mesafeyi diken değil rahmetli bir perde olarak yorumlar.

Samimiyetin Sınırları

Türk kültüründe, özellikle Anadolu irfanında, ilişkilerdeki mesafe bilinci “nezaket”, “saygı” ve “mahremiyet” kavramlarıyla birlikte düşünülmüştür. Aşırı yakınlık, sevginin bozulmasına yol açabilir. Bu nedenle “Fazla samimiyetten maraz doğar” demişlerdir. Bu değerler, duygusal ilişkilerdeki dengeyi korumaya çalışan görgü kurallarının ürünleridir. Yakınlığın taşması, sınırları eritmesi,“samimiyet kisvesi” altında haddini aşması, ilişkinin özünü zehirleyebilir.
Dolayısıyla samimiyet asla fazlaca içli dışlı olmak değil; yakışıksız iltifat veya esprilerle değil hürmetle yaklaşmak olarak görülür. Tıpkı kirpiler gibi sıcaklık için yaklaş ama yaralamamak için mesafeyi unutma.

Modern Toplumda Mesafe Sorunu

Geleneksel kültürlerde saygı, mahremiyet ve mesafe birer toplumsal değerken; modern toplum, bu kavramları çoğu zaman “soğukluk”, “mesafe koymak”, “duvar örmek” ve “samimiyetsizlik” gibi negatif kodlarla değerlendirmeye başlamıştır. Özellikle dijital çağda ilişkiler hızlanmış, sınırlar silikleşmiş ve duygusal mesafeler kontrol edilemez hâle gelmiştir. Schopenhauer’un “kirpi mesafesi” metaforu, bu yeni çağda daha da karmaşık bir hâl almıştır. Artık insanlar sadece fiziki olarak değil, dijital platformlar aracılığıyla da birbirine haddi aşan biçimlerde yaklaşabilir ve yaralayabilir olmuştur.

Aşırı Yakınlık ve Mahremiyetin Buharlaşması

Tıpkı kirpilerin gereğinden fazla yaklaşarak birbirini kanatması gibi, insanlar da eskilerin sırnaşıklık, yılışıklık gibi kavramlarla tanımladığı aşırılıkları ile “yakınlık” adı altında birbirine zarar verebilmektedir. Bu zarar, bazen kıyasla gelen yetersizlik hissi, bazen onaylanma bağımlılığı, bazen de duygusal tükenmişlik şeklinde tezahür eder oldu.
Mesafesizlik maalesef ki empati yoksunluğunu doğuruyor.
Aşırı dejenere edilebilen mesafesiz ortamlar duyuların kısıtlandığı, jest ve mimiklerin yok olduğu alanlardır. Bu nedenle insanlar karşısındakinin duygusunu tam hissedemez, sınır ihlalini fark etmeden yapar, ilişkideki ritmi, mesafeyi ve saygıyı ölçemez.
Bu durumda kirpi mesafesi artık fiziki bir durum değil, zihinsel bir beceriye dönüşür. Bireyin kendini sınırlayabilmesi, başkalarının alanına saygı gösterebilmesi, her söylemin ve ithamın bir yük taşıdığını fark edebilmesi gerekir. Bu yetenekler gelişmediğinde, günümüz insanları kirpilerin oluşturduğu bir diken tarlasına döner.

Bağlılık mı, Bağımlılık mı?

Modern toplumun bir başka sorunu da şu ki; yakınlık ihtiyacı, bağımlılık hâline gelmiştir.
Samimiyet, çoğu zaman sınır koymadan, sürekli temasla inşa edilmeye çalışılan kontrolculük ve dedikoduculukla süregelen bir durumda gerçekleşiyor. Bireysel alanına özen gösteren kişilerin tavırları ilişkide “soğukluk” olarak adlandırılıyor.
Paylaşılmayan bir özel an, gizlenmişlik ve kibir olarak görülüyor.
Oysa bu anlayış, duygusal sağlığı örseler. Çünkü samimiyet zaman ve mesafe içinde filizlenen bir şeydir; zorlandığında solmaya başlar.

Sessizlik edep dilidir.

Modern ilişkilerde sessizlik, yavaşlık, bekleyiş, gözlem gibi kavramların yeniden değer kazanması gerekiyor. Kirpiler nasıl yavaşça birbirine yaklaşırsa, insanlar da sabırla ve karşılıklı hassasiyetle, kimliklerin talep ettiği mesafelere saygı duyarak duygusal alanlar yaratmalıdır.
Çünkü bu çağın hızında kurulan yakınlıklar genellikle diken gibi sivridir. İç ısıtmaz, yalnızca yüzey ısıtır. Kalıcılık değil, etkileşim üretir. Halbuki bir fincan kahvenin kırk yıllık hatıra eş değer görüldüğü hatır anlayışı, mesafesiz bir samimiyete işaret etmezdi.
Modern bireyin en sağlıklı yeri, yakınlık ile mesafesizlik, samimiyet ile haddini bilmek arasında bir dengede durabilmektir.
Tıpkı kirpi gibi:
Ne tamamen yalnız ne de tamamen iç içe;
Ne ulaşılmaz ne de istilacı…

Kişilik Sınırları

İnsanın içsel bütünlüğü, yalnızca dış dünya karşısındaki savunma mekanizmalarıyla değil, kendini tanıması, sınırlarını belirlemesi ve bu sınırlara sadık kalmasıyla mümkündür. Schopenhauer’un kirpi metaforunu bireysel düzleme çektiğimizde, artık mesele toplumsal değil, psikolojik bir direnç ve farkındalık meselesine dönüşür:
Yaklaşmayı bilmek kadar, uzak durmayı da bilmek gerekir.
Ben nerede biterim, diğeri nerede başlar? diye sorabilmek bu kişilik sınırlarını bilmek demektir.
Sınırları zayıf olan bireylerde, aşırı fedakârlık eğilimi, onaylanma ihtiyacının bağımlılığa dönüşmesi, başkalarının duygularını kendi duyguları sanmak, hayır diyememek ve tükenmişlik döngüleri görülür.
Yakınlıkla yaralanmamak için kirpi mesafesi yalnızca fiziksel bir mesafe değil, duygusal koruma mesafesidir.
Ruhsal dayanıklılığa sahip insanlar, samimi olurlar ama özlerini kaybetmeden, hayır diyebilecek kadar kendilerine sadık kalarak, ilişkilerini düzenlerler.
Bunun için bireyin üç şeyi bilmesi gerekir:

1. Kendi mahremiyetini tanıması (Neye izin vereceğim?)

2. Sınır ihlali durumlarını ayırt edebilmesi (Nerede zarar görüyorum?)

3. Duygusal yakınlıkta kendini feda etmemesi (Kendimi koruyarak bağ kurmak mümkün mü?)
Bu beceriler geliştiğinde, kişi yakınlaşmak için koşullanmadan, “gerekirse yalnız kalabilirim” diyerek ilişki kurar. Bu, bağımlılık değil, bağlanma hâlidir.

Duygusal Hijyen ve Mesafe

Tıpkı fiziksel hijyen gibi, duygusal hijyen de insanın ruhsal sağlığı için vazgeçilmezdir. Her ilişki, her temas, her diyalog bir iz bırakır. Bu izlerin temizlenmesi, değerlendirilebilmesi ve yerli yerine konması gerekir. Bunun yolu da gerekli mesafeyi korumaktan, duygusal aşırılıklardan uzak durmaktan, kendi alanımıza çekilip sessizce düşünmekten geçer.

Yakınlıkta boğulmadan, uzaklıkta savrulmadan var olabilmenin ruh hâlidir.

Kimi zaman insanın en büyük gücü, yaklaşmak değil geri çekilmek olur.

Aşırı samimiyet, haddini bilmeyen sevgi,

Sürekli iletişim ihtiyacı, sessizliğe tahammülsüzlük,

Her şeyi “paylaşma” zorunluluğu, iç dünyanın ifşasıdır.

Bunlara karşı ruh zırhı, “edep”tir. Edep, yalnızca başkalarına karşı değil, kendine karşı da mesafeli olabilmektir.

Mesafede Saklı Merhamet

Gerçek merhamet, her zaman doğrudan temasla kurulmaz. Bazen görünmeden sevmek, yük olmadan var olmak, birini sessizce anlamak, gizlice yardım etmek, en büyük şefkattir.

Bu yüzden mesafe, sevginin eksikliği değil; sevginin taşıma biçimi olabilir.

Haddini bilen kişi, her şeye yaklaşmak isteyen değil; neye ne kadar yaklaşabileceğini bilen kişidir.

Çünkü bilir ki, yakınlık da sorumluluk ister.

Bu yüzden haddini bilen, mesafeyi sadece savunma değil; zarafetin ve dengelemenin bir biçimi olarak görür. Onun için mesafe, bir korunak değil, bir duruş biçimidir. Bir yalnızlık değil, bilinçli bir çekiliştir.

Modern Zamanın Kirpilerine Tavsiye


Bu çağın insanı, sürekli “yakın” olma arzusu içinde diken diken yaşamaktadır. Yakınlaşmadan önce dur ve bazen sadece durmanın da bir iletişim biçimi olduğunu unutma. Son bir cümleyle; gerçek yakınlık, mesafeyi gözetenlerin kurabildiği bir dostluktur. Merhametli bir sevgi, sınır bilen bir akıl, incelikli bir ilişki hep kirpi mesafesi kadar uzağı ve bir kalp atışı kadar yakını gerektirir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu