Gezi, Güvenlik ve Güzellik: Uluslararası İlişkiler Penceresinden Kaş-Kalkan ve Meis

Bu hafta sizleri kısa bir gezimden kalan bilgilerle derin düşüncelere devam ediyorum. Birkaç günlüğüne Antalya, Kaş- Kalkan beldesindeydim.
Akdeniz’in kıyısında, denizin tuzuyla karışan yumuşak bir rüzgâr eşliğinde Kaş limanına vardığımızda ilk hissettiğimiz şey müthiş bir hayranlık oldu. Yokuşlu dar sokaklar, begonvillerle örtülmüş taş evler ve sakinlikle örülü bir huzur karşıladı bizleri… Sanki “çirkinliklerden kaçış” için yaratılmış eşsiz bir güzellik koyu gibiydi.
Ancak Kaş-Kalkan bölgesi, sadece bir doğa harikası değil; aynı zamanda Türkiye’nin Akdeniz’deki jeopolitik varlığının oldukça önemli sembollerinden biri. Bu nedenle sizlere biraz da tarihi, stratejik diplomatik unsurlarından da kısaca bahsedeceğim.
Güzellik: Kaş-Kalkan’ın Sakin Çekiciliği
Açıkcası Kaş, doğası ve sadeliğiyle göze çarparken; bana göre Kalkan biraz daha lüks, biraz daha dışa dönük bir estetik, görsellik ve villalarla inşa edilmiş bir modernite sunuyor. Yine de ortak bir noktada buluşuyorlar: Akdeniz’in muhteşem doğasının gıbta edilecek derin ve dingin sesi her ikisinde de hissediliyor.
Kalkanda sabahları uyandığınızda Meis Adası (Kastellorizo) göz hizanızda. Ancak yalnızca turistik bir manzara değil; aynı zamanda bir uluslararası sınırın, tarihsel bir gerilimin, hatta zaman zaman bir krizin simgesi.
Kaş ile Meis arasındaki görsel mesafe sadece 2 kilometre. Fakat bu iki kilometre, Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanları, kıta sahanlığı ve Mavi Vatan doktrinleri ile şekillenmiş büyük bir diplomatik meseleyi simgeliyor.
Birçok ziyaretçinin farkında bile olmadığı bu küçük mesafe, 2020’deki Doğu Akdeniz geriliminde ciddi bir diplomatik mesele olmuştur. Bir tatilci için sadece feribotla geçilecek bir ada olan Meis, bir akademisyen ya da diplomat için jeopolitik bir fay hattı gibidir.
O yüzden burada denize girerken bir bakıma uluslararası sistemin dalgaları da üzerimizden geçiyor ve tuzu genzimizi yakıyor.
Dediğim gibi Kaş sahilinde yürürken veya Kalkan beldesinde gezinirken gözünüz ufuk çizgisine takıldığında, hemen karşı kıyıda Meis, Yunanlılara göre ise Kastellorizo. Gözle görülebilecek kadar yakında. Ama bu iki kilometre, aslında bir devlet sınırından çok daha fazlasını ifade ediyor. Burada uzaklık, sadece fiziki değil; tarihsel ve jeopolitik bir boşluğu da temsil ediyor.
Hatırlayacak olursanız, 1923 Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarını çizerken Akdeniz’deki adalar meselesine de açıklık getirmişti. Ancak bazı adalar, özellikle On İki Ada (Dodekanes) meselesi, Lozan’ın dışında bırakılarak daha sonra İtalya-Yunanistan arasında çözülmüştü. İşte Meis Adası da bu “istisna” adalardan biriydi.
1947 Paris Antlaşması ile On İki Ada, İtalya’dan Yunanistan’a geçti. Türkiye, bu adaların Yunanistan’a devrine taraf ülke olmadığı için, bu süreci hukuki açıdan bağlayıcı görmüyor. Bu nedenle Meis Adası, hukuken Yunanistan’a ait olsa da, Türkiye’nin gözünde tartışmalı bir egemenlik geçmişine sahip, diyebilirim.
Dolayısıyla Kaş’tan Meis’e baktığımızda aslında yalnızca bir adayı değil; deniz yetki alanlarını, kıta sahanlığı tartışmalarını, MEB (Münhasır Ekonomik Bölge) çatışmalarını ve en önemlisi, Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki “görünmeyen sınırları” tekrar tekrar izliyoruz.
Bildiğiniz gibi Meis’in deniz yetki alanı üzerinden Yunanistan, Akdeniz’de Mavi Vatan doktrinini sınırlandırmaya çalışan bir iddiada bulunuyor. Türkiye ise, anakara esaslı deniz yetki hesaplamasını savunarak bu iddiaları reddediyor. Böylece, çok küçük bir ada, çok büyük bir stratejik kart haline geliyor.
Dolayısıyla Meis, sadece hukuki bir anlaşmazlık değil; aynı zamanda iki ülkenin milliyetçi duygularını da besleyen sembolik bir alan oluveriyor.
Üstelik 2020- 2021’deki Doğu Akdeniz krizinde Meis çevresine yapılan askeri sevkiyatlar, Türkiye’nin NAVTEX ilanları ve Fransız donanmasının bölgeye gelişi, bu adanın aslında Avrupa Birliği-Türkiye geriliminin de kıyısında olduğunu ortaya koydu.
Nitekim sanat gözüyle baktığınızda büyüleneceğiniz o pastoral manzaranın arkasında yatan tarihi gerçek; yüzyılı aşan bir diplomatik sürtüşme, egemenlik mücadelesi ve deniz yetki oyunu oluyor.
Uluslararası ilişkiler açısından bu bölge, küçük ölçekli ama yüksek sembolik değere sahip bir çatışma alanıdır.
Turizm, Yumuşak Güç ve Yerel Diplomasi
İlginçtir ki; Kaş-Kalkan İngiliz köyü olarak da anılan bir belde olmuş, çok fazla İngiliz turist ve yerleşimci var. Elbette kültürel misafirperverliğimiz ülkenin uluslararası imajına katkı sağlar. Turizm, yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda diplomatik bir araçtır. Dengeli ve denetimli olduğu sürece son derece önemlidir.
Bunun yanında restoranlarda çok dilli menüler ve koydaki uluslararası yatlar dikkatimizi çekiyor. Türkiye bu bölgede yumuşak gücünü iyi kullanıyor. Kalkan’da villalar çoğalmış ama doğayla uyumlu yokuşlu ve engebeli yapısını törpülemeden gerçekleştirilmiş. Ulaşılabilir kılınmaya çalışılmış ve en azından şimdiye kadar korunmuş doğa… Yalnız bu hızla yapılaşma devam ederse ne kadar daha korunabilir bilemiyorum. Dediğim gibi bu cennet koy, aynı zamanda bir villalar cenneti olmuş.
Bu bakımdan Kaş-Kalkan bölgesi aynı zamanda çevre politikaları açısından da dikkate değerdir. Deniz koruma alanları, caretta caretta yuvalama sahaları, mavi bayraklı plajlar, bu bölgeyi çevresel diplomasi açısından da anlamlı kılıyor. Küresel ısınma, deniz seviyesi yükselmeleri ve biyoçeşitlilik gibi konular artık sadece çevrecilerin değil, diplomatların da gündemindedir.
Burada denize atılan her çöp, aslında uluslararası bir sorun hâline gelebilir. Aynı zamanda sürdürülebilir turizm, devletlerin çevre politikalarıyla doğrudan bağlantılıdır.
Öyle ise Kaş-Kalkan’da Sadece Yüzülmez, Düşünülür
Kaş-Kalkan bölgesi, yüzeyde bir tatil cenneti gibi görünse de alt katmanları güvenlik, sınır politikaları, çevre hukuku ve diplomasisi, hatta yumuşak güç kavramlarıyla örülü olduğunu anlamak gerekiyor.
Bu kıyılarda yürürken aslında sadece taşlara, güneşe ya da tuzlu suya değil, aynı zamanda uluslararası ilişkilerin görünmeyen mimarisine de temas ediyoruz. Yolunuz düşerse dikkatle geziniz.